KENDİNE İYİ BAK!
Bir aralar konuşması çok moda olan bir yaşam stili vardı; “Hygge”. Kitapları Türkçeye çevrilmiş, üzerine makaleler yazılmış ve “Nasıl mutlu olunur?” sorusunun reçetesi haline dönmüştü. Bu hayat felsefesinin pek çok unsurunu (bu başlık altında tanımlamamış olsam da) hayatımın parçası yapmış olmaktan pek bir keyiflenmiş; bazılarını da daha çok hayatıma sokmak istemiştim. Bize neyin iyi geldiğini ÖZ biliyor aslında. Dünyanın farklı kültürlerinden de olsak bize iyi gelen reçeteler var. Bunları hatırlamak ve uygulamak için biraz kendimizle baş başa kalmak, sezgilerimize kulak vermek ve ertelemeden hayata geçirmek yetiyor iyi hissetmeye.
Bu yılın başında –covid-19 öncesi son seyahatim olduğunu bilmeden- gittiğim Danimarka’da bu hayat akışını yerinde inceleme fırsatı bulmuştum E bir de dünyanın en mutlu ülkeler sıralamasında tescilli dereceleri var bu Danimarkalı arkadaşların. Bir bildikleri olsa gerek diyerek incelemeye koyuldum. Hakkında okumak fikir verse de yaşanılan ortamların tanığı olmanın keyfi ve etkisi başkaydı tabii.
Hayatın tüm gelgitlerine rağmen hikayenin kendimde başlayıp bittiğine yürekten inanan bir kimse olarak, kendine iyi bakmanın ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Çocukluğumda Amerikan filmlerinin dublaj etkisi ile hayatıma giren bir vedalaşma cümlesi olarak “Kendine iyi bak!” aslında ne doğru bir lafmış, sonradan anladım. Bu bakış fiziksel, zihinsel, duygusal ya da ruhsal anlamda pek çok anlamı barındırıyor aslında. Bu defa hygge tarzında konuyu ele alarak, benim hayatıma da güzellik katan unsurlardan küçük bir reçete çıkardım kendimce.
İlki; doğada zaman geçirmek. Doğa, belki de şehir yaşantısı içinde en hızlı unuttuğumuz ya da zaman ayırmakta zorlandığımız bir alana dönüştü. Bazen, niyetlensek de “Gezecek yer mi kaldı?” sorusu ile harekete geçmek bile zor geliyor. Yine de mümkün olan en yeşili bol, doğanın davet ettiği alanlar keşfedip içinden sessizce geçebilmek, özümüze dair çok şey söylüyor. Bu sırada gerçek anlamda sesiz kalabilmek, hatta durabilmek, doğanın ya da sessizliğin sesini dinlemek, toprağa, bir ağaç gövdesine ya da yapraklara dokunmak, içten içe bildiğimiz bir başka akrabalığı ve bağı hatırlatıyor bize. Mindfulness (bilinçli farkındalık) çalışmalarının esası bile burada gizli aslında. Doğa, kendi doğal halimiz ile temas etmenin güçlü bir aracısı oluyor.
Bir diğeri; sevdiklerimizle geçirdiğimiz sosyal zamanlar. Bağ kurmak, destek almak, destek vermek ve paylaşmak, pek çok öğretide bizi güçlü kılan kaynaklar olarak tanımlanır. İnsanlara en mutlu anları sorulduğunda, çoklukla sevdiklerini de içinde gördükleri sahneleri hatırlıyorlarmış. Avrupa’da arkadaş ve aileler ile sosyalleşme oranı % 60 iken Danimarka’da ise bu oran % 78 imiş. İkinci oranın fazlalığında, iş-yaşam dengesinin daha iyi kurulmuş olmasının da etkisi olduğu söyleniyor. Sonuçta dostlarla geçen zaman, sıcak, rahat, herkesin söz alabildiği ortamlar, beraber hazırlanan yemekler ve uzun oturmalı sofralar, hygge akışının olmazsa olmazlarından. Kendi dost sofralarımızda, masadan kalkmadan saatlerce sohbet ettiğimiz zamanların o nefis tadını, hepimiz biliriz.
Bu yaşam tarzının önemli bir başka parçası ise hayatın merkezi olarak evdeki sıcaklığı korumak. Danimarkalılar hygge tarzını %71 oranında evlerinde deneyimlediklerini söylüyorlar. Evin içinde bir “köşe” belirlemek ve bu köşeyi, kendi zevkinize göre şekillendirmek mühim. Kitabınız, kahveniz, çayınız, battaniyeniz, mumunuz, lambanız vb ile kendi kurtarılmış bölgenizi oluşturuyorsunuz. Hatta bu köşe geniş değil, ne kadar küçük bir alan olursa o kadar odaklanabildiğiniz ve kendi kendinizle kaldığınız bir yer oluyor.
Evin genelinde ise yine son yıllarda hayatımızın içine daha çok almaya niyetlendiğimiz minimal yaklaşımı temel alıyorlar. Basit ve yalın olduğumuzda kendimize daha çok yaklaşıyoruz. Az eşya ve çok boşluk, kendimize dair düşünmeye, hayal etmeye ve odaklanmaya daha çok fırsat veriyor. Yine ev kavramı ile ilişkilendirebileceğimiz önemli bir unsur; ateş. Örneğin birkaç yıl öncesinde, İngiltere’de şömineli evlerin oranı %3-5 arasında iken, Danimarka’da bu oran %30 düzeyine çıkmış. Aslında, hygge kültürünün en önemli parçalarının başında her daim yanan mumlar var. “No candles, no hygge” diyorlar hatta; mum yoksa hygge de yok! Ben de mum yaktıkça verdiği huzuru, sakinliği ve dinginliği hep çok sevmişimdir. Kızılderili inancında ateş, ruhu temsil eden elementtir. Ateşin, özü hatırlatan, kendi içsel dünyamız ile teması kolaylaştıran halidir belki de dinginliği getiren. Evin içinde hygge anlayışını kuvvetli kılan diğer bazı unsurlar ise; malzemesi ahşap olan eşyalar, seramikler, kitaplar, battaniyeler, sıklıkla dönüp bakılan fotoğraf albümleri, kişisel notlar alınan defterler, mis kokulu ev kekleri, yemekler ve hatta çikolatalar
Hygge, aslında tüm bu görünen ve somut parçalarının ötesinde bir duygu durumu olarak da tanımlanıyor. Danimarka’da ilk kez 1800’lerde kelimenin yazılı hali görülmekle birlikte kökeni Norveç’ten geliyor. Kelime kökeninde esenlik (well-being), rahatlık, sarılmak, ruh hali gibi anlamlar var. Yaşam tarzındaki unsurları gözden geçirince, iyi hissetmeye vesile olan kaynakların tümünü işaret ediyor aslında. “Kendine iyi bakmanın” yollarından biri olarak güzel ve verimli ipuçları barındırıyor. Her kültürün bir tanımı olmakla birlikte hygge manifestosu, güzel yaşamanın basit bir reçetesini sunuyor bize. Hayatın içindeki güzel anlar için minnettar olmak, diyalog ve ahenk içinde birlikte yaşamanın keyfine varmak, “şimdi”nin barındırdıklarını görmek, eşitlik inancıyla “ben”den çok “biz”e odaklanmak, bu hayat manifestosunun bazı önemli parçalarını oluşturuyor.
Nice öğreti ile kendi yolumuzu bulmaya çalışırken, en iyisi; gelir geçer modaların ötesinde bize iyi geleni bulup, vakit kaybetmeden kendimize iyi bakmak. Doğru zamanı beklemenin ya da ertelemenin anlamı yok. Bana göre, kendine iyi bakmak; başkalarına iyi bakmanın, hayata değer katmanın ve fayda yaratmanın öncelikli adımı. O halde; kendine iyi bak!
Kaynak: The Little Book of Hygge, Meik Wiking