HANGİSİ SENSİN?
Hayatı bir tür deneyim ve gelişim yolculuğu olarak tanımlıyorum uzun zamandır. Bazılarımız farkında olmadan yaşayıp gidiyor, bazılarımız olayların ve durumların üzerine gitmekte mahir, bazılarımız da içten içe sıkıntıların farkında ama anlık olarak kaçış kolay geliyor ve içe bakışı ileride bir zamanda odaklanmak üzere park ediyorlar.
Hangisinde olduğumuzun cevabını vermek de her zaman kolay değil; cesaret istiyor. Cevap her ne olursa olsun; hayat bize durup irdelemeye değer bir dolu malzeme vermeye devam etmekte. Öğrendiklerim kadar hatta belki de daha fazla; kendine bakma cesaretini gösteren kişiler ilham olmuştur bana. Son yıllarda daha çok dillendirdiğimiz “kırılganlık” kavramı tam da bu esnada imdadımıza yetişir. Hep güçlü kaldığını ve her şeyi doğru yaptığını göstermeye hevesli biz faniler için bazı (içsel bile olsa) kabullenişler zor gelir. Oysa Brene Brown’ın pek çok kereler paylaştığı üzere asıl kırılganlığımız ile yüzleştiğimizde güçlenir, kendimizi her ifade edebildiğimizde özgürleşiriz.
Bu konulara kafa yoran çoğunuz gibi ben de iyi rol modellerin peşine düşerim. Bazısı uzaktır bana. Bir yazar, bir yönetmen, bir şarkıcı, bir oyuncu ya da bir akademisyen olur. Bazısı da hayatıma dokunmuş; birlikte sohbet edebildiğim, içimi açtığım ya da samimiyetle iç sesini duyduklarımdır. Bu kişi, bir dost, bir mentor, bir eğitmen, bir lider ya da bir meslektaş olabilir .
Tüm bu gelişim hikayelerinde bir unsur vardır ki beni hem düşündürür hem de harekete geçirir; “tutarlılık”. Yani kişinin söyledikleri ile hayatı yaşama şeklinin örtüştüğü durumlarda o sahicilik beni o kadar etkiler ki, asıl ilham veren de odur.
Yıllar önce bir katılımcım; stresle başa çıkma üzerine eğitime gelen bir eğitimcinin, eğitimin hemen başında “şöyle sakin olun, böyle kendinizi rahatlatın, gergin olmamak sizin elinizde vb” şeyler söylerken, teknik akışta çıkan aksaklık üzerine desteğe gelen çalışana bağırıp çağırmaya başladığını ve devam eden eğitim boyunca söylediği her şeye dair tüm inancının bir anda nasıl da yıkıldığını anlatmıştı.
Çocuklukta olduğu gibi yetişkinler için de değişmeyen bir gerçek var bence. Söylenen değil gördüklerimiz, teoriler değil davranışlar değişimi yaratan. Davranışı gördüğümüzde içimizdeki yapabilme arzusu tetikleniyor. “O yapabiliyorsa ben de deneyebilirim” düşüncesi harekete geçiyor. Çatışma sırasında kullanılan dil, verilmek istenen yapıcı bir geri bildirim, takdiri belgeleyen sözler edebilmek, en öfkeli anlarda sakin kalarak kendini ifade edebilmek, teşekkür edebilmek ya da özür dilemek, gündelik hayatın içinde en çok yolumuzun düşebilecekleri mesela. Şöyle davran-malı, böyle de-meli, aslında böyle olmak lazım gibi söylemler davranışa dönüşmedikçe etkisini yitiriyor. Doğru davranış tanımları her yerde bulunabilirken hayatını böyle yaşayabilmek çok değerli.
Tutarlılığını koruyan dostlarımızı, bir dönem dahi olsa beraber çalıştığımız yöneticileri, meslektaşları, aile büyüklerini ya da hayatımızın bir yerinde temas ettiklerimizi unutmuyor, kalbimizin bir yanında taşıyoruz.
Yıllarca önce katıldığım bir program, alanında ün yapmış bir eğitmen-koç tarafından yönetiliyordu. Programın bir noktasında katılımcılardan biri ile ciddi bir çatışma yaşadılar. Yaşanan tansiyon tüm sınıfı etkilemişti. Katılımcının kullandığı dil giderek şiddetlenirken program lideri onu sakinleştirmeye ve zamana uygun hareket etmek kaygısını da paylaşarak tekrar akışa odaklanmaya çalıştı. Evet hepimiz konu kapansın ve akışa geri dönelim istiyorduk. Ama bazı konular konuşmayınca kapanmazdı. Eğitmen tekrar akışa döndü; biraz daha ilerledi. Ama içte içe ortamdaki o gerilimin devam ettiğini hissediyorduk. Tam o esnada enteresan bir şey oldu; program lideri konuşmasını keserek; az önceki durumu nasıl da kötü yönettiğini, dile getirilen ihtiyacı duymakta geç kaldığını, zaman kaygısı ile aceleci davrandığını ve hem o kişiden hem de tüm sınıftan özür dilediğini söyledi. Bazı alanlarda isim yapmışsanız ve herkes sizden bir guru görme eğiliminde olduğunda hatalarınızı görmek, dile getirmek ve hatta özür dilemek daha da zordur. O an ben anlattıklarını hayatının içinde içselleştirebilmiş bir insan görmenin mutluluğunu yaşadım. İşte kırılganlığın güce dönüştüğü bir andı bu. İfade bulan her duygunun peşinden gelen rahatlama anlarında olduğu gibi, samimiyet ve güven eşliğinde gün boyu öğrenme yolcuğu devam etti.
Nasıl ki söylemleri ile davranışları tutarlı olmayan insanlardan gönlümüz uzaklaşıyorsa samimiyetini koruyan, deneyen ya da hataları ile yüzleşebilenler de deneme çabamızı teşvik ediyor. Burada mesele hep doğru davranışı sergilemek değil, olamadığında ya da beceremediğimizde bile kendimizi kabul ederek denemeye devam etmek.
Çok sık duya duya özü kaçan sözlerden biridir Mevlana’nın sözü; “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” İkisi farklı olduğunda fark yokmuş gibi gösterme çabamızdır asıl yorucu olan. Çok büyük ihtimalle, tüm dertlerimizin, iç meselelerimizin ya da gelişim alanlarımızın hepsini hallederek göçemeyeceğiz bu dünyadan. Ama en azından bu yolda çabamızı sürekli kılarak konfor alanlarımızdan, gelişim ve büyüme alanına doğu yolculuğumuz devam etsin; o da güzel ve bize yeterJ