“ARAYANLAR”IN HİKAYESİ
Bazen bir kitap okursun ve hayatın değişmez ama daha önce duyduğun, bildiğin ve anlamlandırdığın şeyler derinleşir. Hele de bu okuma eylemini bir grup yol arkadaşı ile birlikte gerçekleştirerek sendeki izdüşümlerini paylaşma fırsatı da bulursan derinleşme süreci daha da keyifli olur.
İtiraf gibi olacak; bahsedeceğim kitabı bir kitap kulübü eşliğinde birlikte okumak ve paylaşmak üzere buluşmak önerisinin benim için cazip tarafı; kitabın adı idi; “Seekers” yani “Arayanlar”.
Ünlü sufi deyişindeki gibi “Her arayan bulamazmış ama bulanlar sadece arayanlarmış.” Hayat yolculuğumun içinde son on yılı aşkındır, arayışı devam eden ve hayatın; belki de bulmaktan çok arayış halleri ve kişinin kendisi temas etmesinin kıymeti ile ilgili olduğuna inanan biri olarak bu ismin cazibesine kapıldım doğal olarak.
Belki sizin de başınıza gelmiştir; siz kişisel yolculuklara zaman ayırdıkça, farklı programlara katıldıkça ya da farklı öğretilerin peşine düştükçe, çevrenizdeki bazı insanlar “Hala neyin arayışı bu?” ya da “Ne kaldı öğrenecek?”, diyordur… Bu sevdaya düşmeyene anlatmak zordur. Akıllı uslu hayatın akışında gitmek, çok da sorgulamamak kolay olandır, lakin içeride bir yerlerde bir merak, hatta bir tür “karın ağrısı” sizi sorgulamaya çağırır. Bence hayatı güzelleştirip anlam katan da bu çağrı ve hatta yol arkadaşlarıdır.
Bu defa bir kitap eşliğinde başlayan yolculuğumda, insanın daha çok manevi dünyasındaki “göçebe” halleri ve aradığı cevaplara ulaşmak için ziyaret ettiği duraklar, bu yolculuğu deneyimlemiş Paul Dunion’ın dilinden aktarılıyor.
Her okurun kendince çıkarımlarda bulunabileceği gerçeğini not ederek bende kalan bazı parçaları -bazı kişisel görüşlerimle birlikte- paylaşmak isterim.
Yolculuk her zaman bir “merak” ile başlıyor. Arayan olmak değişim çağrısını duymak ve ona kayıtsız kalmamak demek. Hepimizin içinde bilinmez ve gizemli olana özlem duyan bir parça var. Tüm tedirginliğimize, endişemize, hatta bazen korkumuza rağmen farklı olan ve daha önce temas etmediğimiz “şey” bizi çağırdığında nasıl karşılık verdiğimiz, “arayan” olup olmadığımızı belirliyor. Yeni bir şehre seyahat etmekten tutun, yeni bir işi denemeye, farklı bir davranış seçmeye, yeni bir ülkede yaşamaya ya da farklı insanlar ile tanışmaya kadar ilk kez olan her deneyim gizemi ile birlikte “yeni bir dünya” sunuyor bize.
Sadece yeniyi denemek değil farklı bir bakış açısı geliştirmek de buna dahil. Geçmişten bilinçli ya da bilinç altında taşıdığımız ve aslında özden gelmeyen her yargı ya da katı düşünce bizi endişelere sürükleyip adım atamaz hale getirebiliyor. “Ben zaten ne yapabilirim ki…” ile “Zaten biliyorum.” arasındaki çizgide yeni olanı keşfetme ve merak isteğimizi köreltebiliyoruz. Oysa ki her yeni adım eski deneyime ve yargılarımıza rağmen yeniye attığımız cesur bir adım ile başlıyor.
Tıpkı bu kitap yolculuğunda olduğu gibi yolculukta “yol arkadaşları” en az bizim varlığımız kadar kıymetli. Birbirimize ayna olduğumuz, kırılganlıklarımızı paylaştığımız, başarımıza alkış tutan ve sorularımıza yargısızca kulak veren birilerinin olması yolculuğu daha huzurlu, öğrenmeyi daha bereketli kılıyor. Güven ve şefkat eşliğinde kurabildiğimiz, bize paylaşma cesareti veren ilişkiler kuşkusuz adım atmak ve daha fazlasını keşfetmek için bizi yüreklendiriyor.
Ve ille de doğa ile bağımızı hatırlamak! Bedenimiz ve ruhumuz çok iyi bildiği halde gündelik alışkanlıkların ve her daim dolu bir zihnin attığı çelmelerle unuttuğumuz o bağ, doğal hallerimizi hatırlamanın en kolay yolu aslında. O nedenle, kurumsal dünyanın temsilcisi o koca binaların içinde dahi doğaya bir yol, bir kapı açmak nasıl mümkün oluru daha çok konuşmaya başladık. Doğanın döngülerinin insana dair pek çok şeyi en yalın hali ile anlatabildiğini biliyoruz artık.
Yine gündelik yoğunluk ve dinamikler içinde yeterince önemseyemediğimiz bir başlık da hayatın içinde eşsiz bir potansiyel barındıran “boşluklar” ve onlara açtığımız alan! Bir durup nefeslendiğimiz, kendimiz ve yaşadığımız dünya ile gerçek manada temas edebildiğimiz “bilinçli farkındalık” (mindfullness) anları; kendi sesimizi duymak, ihtiyacımızı tanımlamak ve fırsatları görebilmek için en kıymetli zamanları oluşturuyor. Varoluşçu psikolojinin önemli temsilcilerinden Viktor Frankl’ın tanımı ile “Uyaran ve tepki arasında bir boşluk vardır ve o boşlukta bizim tepkimizi seçme özgürlüğümüz yatar.” Bizim boşlukları ısrarla doldurmaya çalışan zihnimiz ve sürekli kontrol listesi üzerinden akan hayatımız içinde “boşluk” bulma çabası artık anlamsız bile gelebilir oysa ki o alan tam da iç sesimizi duymaya fırsat veren yerdir.
Ve hayal gücümüzü, çocuklukta hepimizin içinde var olduğunu bildiğimiz merak, şaşkınlık, yaratıcılık, oyun gücü ve hayranlıkla oluşan düş gücümüzü tekrar hatırlamaya ihtiyacımız var. Küçük çocuklarken merakla açılan gözlerimizi, sormaktan usanmadığımız soruları, oyun dünyasında esnekliğini ispatlayan zihnimizi tekrar hayatımıza davet etme zamanı gelmiş olabilir. Bazen tüm bu yolculukların en berrak, en öz halimize bir geri dönüş çabası olduğunu düşünüyorum. Benjamin Button’ın tersine akan hikayesinde yaşlılıktan bebekliğine dönüşü gibi ruhumuzun saf haline tekrar kavuşma çabamız hayat boyu bitmeyecek gibi.
Tüm bu kitaplar, okumalar, teoriler içindeki anlam anlayışının gösterdiği önemli bir şey var ki; hepsi dışımızdaki dünyanın kurgusu içinde kendimize varmanın kıymetini gösteriyor. İsviçreli yazar ve ressam Hermann Hesse’nin söylediği gibi; “Ben bir arayıştaydım ve hâlâ da öyleyim ama yıldızları ve kitapları sorgulamayı bıraktım; kanımın bana fısıldadığı öğretiyi dinliyorum.”
Umarım ki; arayış yolculuklarımız birbirimize ilham versin, bizi düşündüren, sorgulatan hatta zaman zaman yoldan alıkoyan deneyimlerimiz bile derin bir öğrenmeye vesile olsun; arayış ve yol arkadaşlıkları daim olsun!
* Seekers, Finding Our Way Home, Paul Dunion Edd
* Siddhartha, Hermann Hesse
* Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi, Yönetmen: David Fincher
* İnsanın Anlam Arayışı, Viktor Frankl